top of page

Tercihleriniz Umutlarınızı Yansıtsın, Korkularınızı Değil


Mecidiyeköy’deki görüşmem için evden çıktığımda akşam olmak üzereydi. Yarım saat olarak düşündüğüm mesafeye ulaşmak için elimde valizimle yola çıktım. Beşiktaş Evlendirme Dairesi’ndeki yoğunluğu ve Beşiktaş’ın meşhur hafta sonu pazarını unutmuş olduğumu tahminimden uzun süre taksi bekleyince anladım. Kafamda bunlar dolaşırken, az ilerde benim gibi taksi bekleyen elinde bastonla bile yürümekte zorlanan yaşlı bir teyzenin daha olduğunu fark ettim. Kendisine yaklaşıp, gideceği yeri sorduktan sonra, aynı taksi ile gitme konusunda anlaştık, tabi ki teyze gideceği yere kadar parasını vermeyi uzun ısrarlar sonucunda kabul ettirmişti bile bana. Bu teyze birden bana ortaokul yıllarımda yaşadığım bir anımı hatırlattı. Üniversite dahil tüm okul hayatımda, ilişkilerimde temkinli olmam, kimi zaman da sebepsiz yere, zarar görme korkusuyla kendimi sürekli korumaya alma eğilimim bu anıyla bağlantılı idi. Bu duyguların yaşadıklarımdan kaynaklı olmadığını yıllar sonra anlamıştım.

Okul arkadaşım ve komşumuz Berna abla ile okuldan çıkıp daha yirmi otuz adım yürümüştük ki, okulun aşağı köşesinde yaşlı bir teyze kaldırımda oturmuş, yüzü allak bullak olmuş bir şekilde etrafa bakıyordu. İkimizde teyzenin bir yardıma ihtiyacı olduğunu fark etmiştik ama öte yandan da ailelerimizin ‘tanımadığınız insanlar sizden yardım istediğinde dikkatli olun’ diye o günlerde çokça tembihlediği aklımıza geliyordu. Karar vermemiz çok kısa sürdü. Her ikimiz de o teyzenin orada, en azından ne için beklediğini anlamadan yoluma devam edemezdik. Kaldı ki o zamanlar televizyon, yazılı basın dur durak bilmeden, kaçırılma olaylarından bahsediyordu. Ailelerimiz de olağanüstü hal ilan edilmiş gibi neredeyse her dakika tembih modunda taze uydurulmuş, inandırıcı olsun diye de mutlaka bir amcanın veya teyzenin kızının/oğlunun başına geldiğinin üstüne basa basa belirtildiği olumsuz senaryolarla bizi kor(k)u(t)maya çalışıyorlardı.

Velhasıl, ailelerimizin anlattıklarından yeterince korkmadığımız için olsa gerek, çok da tereddüt etmeden, teyzeye yaklaşıp ne olduğunu sorduk.

---Merhaba teyze. Bir şeye ihtiyacın var mı?

---Merhaba yavrum. Ben sanırım kayboldum. Oğlumun evi olacak buralarda. Her zaman bir yere kadar geliyordum. Torunum gelip beni karşılıyordu. Bugün torun karşılayamayacakmış. Ben de nasıl olsa biliyorum diye çıktım yola ama her yer aynı geliyor gözüme. Galiba ben kocadım artık. Nasıl bulacağım? (Ağlamaya başladığı ve korkusunun bizi de üzdüğü an) Bana çıkma demişlerdi evden ama çok özledim, bulurum dedim, dinlemedim onları ve çıktım yola.

---Merak etme sen teyzecim. Biz sana yardım eder buluruz evi. Telefonu var mı oğlunun?

---Evet var. Burada yazılı.

---Tamamdır. Ama bir telefon bulmalıyız.

---Sağ olun yavrum. Çok sağ olun. (Ağlamaya devam ediyordu ama biraz sakinleşmişti. )

O günlerde cep telefonu olmadığı için, iki seçeneğimiz vardı ya evimize kadar teyzeyi yürütecektik ya da yakınlarda birinden rica edecektik. Aklımıza evi okula yakın olan bir arkadaşımız geldi. Hemen gidip telefon ettik verdiği numaraya. Tesadüf müdür yoksa işitecek azar kotamızı doldurmak için fırsat mıdır bilmem, oğlu annemin tanıdığı çıkıp da anneme gidip, ne kadar iyi kalpli kızlar yetiştirmişsiniz diye teşekkür edene kadar her şey yolundaydı. Teyze sakinleşti ama annem panik halinde arkadaşın ev telefonundan beni aradı. Neler söylediğini çok net hatırlamıyorum ama canımızın sıkıldığını ve sonrasında, birilerini mutlu etmenin keyfini hissetmek şöyle dursun, ne gibi sorgulamaya maruz kalacağımızın endişesiyle koşar adımlarla eve gittiğimizi dün gibi hatırlıyorum.

Eve gittiğimde salona, tabiri caizse sorgu odasına alınmıştım. Önce olayı anlatmam istenmişti. Olay! Benim için olay değildi ama annem ve babam için biz çok saftık ve birileri bizim bu saflığımızdan faydalanıp kandırabilirdi. Ya bizi bayıltsalardı ya bize bir şey yedirseler de kaçırsalardı. Yani anlayacağınız kıyamet senaryolarının ardı arkası kesilmedi yaklaşık 2 saat. ‘İyilik yapmanız güzel ama ya sonu kötü bitseydi?’ gecenin hatta o haftanın sorusuydu. Sonucun olumlu olması, hatta durumun mutlulukla son bulması, teyzenin oğluna, oğlunun teyzeye kavuşmuş olması, bizim sağ salim eve gelmiş olmamızın hiçbir önemi yoktu ailem için. Aldığımız onca teşekkür ve dua da hiçbir şekilde hafifletici sebep olamamıştı.

O yaşlarda bu kadar olumsuz senaryolar yazmalarını yadırgardım ailemin. Sonucu güzel olan bir şey bile olsa illaki onun olumsuz olma ihtimalinin altı kalınca çizilerek ifade edilir, duyduğumdan emin olununcaya kadar tekrarlanırdı. Zaman geçtikçe hak vermesem de anladım her ikisini de. Duydukları, izledikleri, yaşadıkları, tecrübeleri, onları endişeli hale getirmişti. Koruyabilmek için kendilerine göre doğru yolu bulduklarını düşünüp, korktukları şeyden korumanın tek yolunun, deneyimlemekten mahrum etmeye çabalamak olduğuna inanmışlardı. Yoksa her ikisi de insanlara yardım etme konusunda istekli ve deneyimliydiler. Aslında iyilik yapmak konusunda bize onlar örnek oluyordu.

Bu anımdan uzun yıllar sonra kendi korkularımı ve sebeplerini fark ettikçe çözmek, bu konuda başkalarına da kendi korkularını fark etmeleri için ön ayak olmama vesile oldu. Çünkü eylemlerimizi, davranışlarımızı belirleyen en temel duygular korkularımız, endişelerimiz ve de canımızı acıtan tecrübelerimiz. Babam ve annem korktu anlıyorum ama ben ise yoluma çıkıp da yardım ettiğim hiçbir kimseden zarar görmemiştim, böyle bir anım olmadığı için onların hissettiklerini hissetmedim o anda. Sonrasında ise farkında olmadan kendimi korumaya almış ve insanlara yardım etmek isterken, kaçmayı tercih ettiğimi görmüştüm kendime sorular sormaya başladıktan sonra. Geçmiş tecrübeler, acılar, ya yeni şeyler deneyimlemeyi tercih etmememe belki de çok güzel hissedeceğim, kendimi bulacağım deneyimler yaşamama, harekete geçmeme engel oluyorsa? Yaş almaya devam ediyor fakat yaşamaya devam edemiyorsam geçmişte takılı kaldığım için? Benim hayatım işte bu sorularla değişmeye ve dönüşmeye başladı.

İlk tanışmasında elini çok fena yakan sıcak sobayı unutamayarak, üşümek ve hatta soğuktan donmak pahasına tüm sobalardan sıcak da olsa soğuk da olsa kaçan 2-3 yaşlarında bir çocuğu düşünün? Yanan eli mi yoksa neden böyle bir hata yaptığına duyduğu kızgınlık mıdır canını acıtan? Belki kendini suçladığı o dokunma anını her daim hatırlayacak, belki de o anı hiç hatırlamasa da sıcak olan her şeyin ona acı vereceği ile ilgili edindiği ön yargıyla uzak duracak tüm sıcak şeylerden. Edindiği bu ön yargı kimi zaman koruyacak kimi zaman sebepsiz korku olarak hafızasının derinlerinde pusuda bekleyecek. Fırsat bulduğunda da sahneye çıkıp, sıcağın aslında onu ısıtmak için faydalı bir şey olduğunu anlamasına engel olacak.

Peki ne yapmak lazım?

Bizzat yaşadığınız olaylarla oluşan korkularınızı-sobalarınızı kendi kendinize tespit etmek bir nebze daha kolay olabilirken, aileniz ve sosyal iletişimde olduğunuz çevreniz tarafından size anlatılmak suretiyle veya atalarınızdan DNA’nızla size aktarılan korku duygusuna sebep olan olay/durum/ hatıraları tespit etmek biraz zaman alabilir. Öncelikle belli başlı soruları kendinize sormanızı tavsiye edebilirim.

  • Hissettiğiniz korku duygusunu yaşadığınızda ilk aklınıza gelen anı nedir?

  • Bu anı sizin bizzat yaşadığınız bir anı mı, yoksa size anlatılan bir anı mı?

  • Herhangi bir anı gelmiyor ise aklınıza, korku hissinin ne kadarı size aitmiş gibi geliyor?

  • Size ait olan kısmına dikkatinizi verdiğinizde aklınıza ilk gelen anı nedir?

Bu sorular, öncelikle duygunun sebebinin ne olduğunu ayırt etmenize yarayacaktır. Ayırt ettiğiniz her anda sizin için iki yol oluşacaktır. Ya fark ettiğiniz anıyla oluşan inanç kalıbınızı taşımaya devam etmek ya da ondan özgürleşip, korku yaşadığınız durumu tüm benliğinizle algılayıp, o anda sizin için en doğru ve geçmiş/bitmiş korkunuzdan etkilenmeden aksiyona geçmek.

Hayat ki tüm canımızı acıtanlardan kaçarak yaşanabilecek kadar ne uzun ne de siyah ve beyaz kadar belirgin sınırlara sahip. Sobanın dili yok, ‘sıcağım elini yakabilirim’ diyemez ama eğer canınızı yakan sevgiliniz, anneniz, babanız, arkadaşınız ise, ‘böyle davrandığında canımı yakıyorsun’ dediğinizde size kendi soba deneyimini anlatabilsin. Böylelikle hangi korkusuna sarılıp kendini korumaya çalıştığını anlayabilirsiniz ki gün gelip de sıcacık bir sobanın kenarında yüzünüzün sıcaktan kızarmasına aldırış etmeden, kalbinizin de ısınmasına izin verebilirsiniz.

Nelson Mandela’nın da dediği gibi “Tercihleriniz umutlarınızı yansıtsın, korkularınızı değil”

Şermin Çetin,

Takip etmek isterseniz sosyal medya kanallarım;


Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page